BEYT UL-HİKME / Makale
[ Ana Sayfa | Makale ]

VATAN NERESİ:

Almanya'da Gurbetçi yada Yabancı Olmak

Recep KARAGÖZ
e-posta: rkaragoz@gmx.de


Türkiye'de, Avrupa'daki “Türkiyeli göçmenler“ söz konusu olduğunda, yazmaya veya konuşmaya “yurtdışındaki gurbetçi vatandaşlarımız“ diye başlamak kronikleşti. Türkiye'de, “yurtdışındaki gurbetçi vatandaşlarımız“ diye anılan aynı insanlar Almanya'da “yabancı” [Ausländer] olarak tanımlanmaktadır. Dahası, “gurbetçi” kavramının peşi sıra bir yerlere “işçiler“ nitelemesi de mutlaka eklenir. Söz konusu toplumun bünyesindeki yüz binlerle ifade edilen öğrenci (ilk, orta, lise), 24 bin üniversiteli, 50 bin civarında serbest meslek sahibi ve sendikacı, siyasetçi vd. kesimler yok farzedilircesine...

Türkiye'den yazılan, Avrupa'daki Türkiyeli göçmenlere ilişkin haber ve analiz başlığına mutlaka yerleştiriliyor “gurbetçi“ kavramı. Avrupa ülkelerinden herhangi birine birkaç günlüğüne seyahat eden köşe yazarları da moda haline getirdiler “gurbetçilerimiz“ muhtevalı yazıları. Türkiye'den vaaz, konferans ve benzeri bir konuşma yapmak üzere gelenler de sözlerine “değerli gurbetçi vatandaşlarımız“ diye başlamaktadır. Bu jargon, buradan (Almanya-Avrupa) yazılan haber veya araştırma-inceleme yazıları için de aynen söz konusudur. Bunun istisnasına, maalesef pek az rastlamaktayız.

Almanya'nın gündemini kilitleyen çifte vatandaşlık ve yerleşik hayata geçiş tartışmalarının Türkiye'de bile gündem oluşturduğu dikkate alındığında, göçmenlerin, hala, “gurbetçi“ veya “yabancı“ gibi sıfatlarla tanımlanmasının sosyolojik bir tutarlılığı bulunmamaktadır.

Diyelim ki, birinci kuşak Türkler için, göçün erken yıllarında ortaya atılan gurbetçi nitelemesi doğru bir tanımlamaydı. Peki, aradan geçen bunca yıldan sonra, burada (Almanya-Avrupa) doğmuş ikinci, üçüncü ve hatta dördüncü kuşaklar için de “gurbetçi“, Almanlar açısından da “yabancı“ kavramını kullanmanın ne kadar anlamsız ve tutarsız olduğunu, düşünme melekelerini henüz yitirmemiş insanlar için ortaya koymamakta mıdır?

Gurbetçi ve yabancı nitelemesi bilinç altımıza, insan vücuduna iğne ve boya ile yapılan ve silinmesi oldukça zor olan dövme gibi kazınmış bulunmaktadır. Bilinç altımıza kazınan bu kavramlar, Almanya ve Avrupa'da sosyal, siyasi, kültürel, ekonomik... alanlardaki duruşumuzu, olumsuz yönde etkiledi ve etkilemeye devam etmektedir. Almanya gündemine yerleşen; İslâm'ın hukuki konumu, din-devlet ve cemaat ilişkileri, İslâm gerçeği, başörtüsü, İslami usûllere göre cenaze defin işlemi, helâl kesim, İslâm din dersi, dini bayramlar, dini kuruluşlar, din görevlileri, ibadethaneler, dini basın-yayın organları, Müslüman askerler, köktencilik ve aşırılık, Müslümanların Federal Anayasa ve Hıristiyanlar karşısındaki tutumları, Almanya'nın kültürel hayatından faydalanış biçimleri, minareden ezan okunmasıyla ilgili hukuki durum, dinler ve kültürler arası diyalog tartışmalarında, esas görüş bildirmesi ve bu görüşleri mevcut tüm platformlarda dile getirmesi gereken muhatap kesimin, bu tartışmalar sanki kendilerini ilgilendirmiyormuş gibi bir davranış içinde bulunması, öte yandan ciddi hiç bir sorumluluk üstlenmemiş olması bu olumsuzluğun en sarih karinesidir.

Türkiyeli göçmen toplum bir türlü; Almanya'da kalıcılığına rağmen, bu yönde düşünsel bir dönüşüm gerçekleştirememiştir. Bu, bir anlamda "gurbetçi" ve "yabancı" kavramlarının, itirazsız kabul görmesini sağlamaktadır.

Gurbetçi ve yabancı kavramlarına antitezli güçlü bir itirazın olmayışı; düşünsel dönüşümün gerçekleşmediği tezimizi teyit etmektedir. Düşünsel kırılmayı kökten etkileyecek olgular arasında "vatan" anlayışı bulunmaktadır. Türklerin tarih boyunca, birden fazla olguyu itikat [dini] çerçevesinde değerlendirmiş ve bu yaklaşımla kutsamış olmaları, herkesçe bilinen bir gerçektir. Vatan bunlardan sadece biridir. Ancak, aynı dinin (İslam) "Doğu da Batı da Allah'ındır" normu yadsınmaktadır. Bu bağlamda herhangi bir coğrafyanın, hiç bir ülkenin kutsiyeti bulunmadığı gibi, Türkiye'nin de hiç bir kutsiyeti olamaz. Vatan, sınırları belirlenmiş, toplumların yerleşik oldukları ortak yaşam alanları, Allah'ın arzının bir parçasından ibarettir.

Almanya, 40 yıldır bu topraklarda yaşayan 2 milyon 500 bin civarında Türkiyelinin “yeni vatanıdır“. Bize yabancı diyenlere karşı söylemimiz şu olmalıdır: Biz buraya [Almanya] geldik sizinle karşılaştık. Artık biz buralıyız ve birlikte yaşayacağız; 40 yıldır olduğu gibi. Bunu korkmadan, psikolojik saplantılardan kurtularak ve eziklik duymadan seslendirebilmeliyiz. Yukarıda başlıklarını verdiğimiz toplumsal geleceğimizi doğrudan etkileyecek tartışmalarda “yabancı“ veya “gurbetçi“ gibi değil bu ülkenin bir vatandaşı gibi söz hakkına sahip olmalıyız. Başka bir ifadeyle, olayların periferinde kalmak değil tam tersi merkezinde olmalıyız. Aksi takdirde “gurbetçi“ ve “yabancı“ kisvesine razı olmak zorunda kalırız ve bu topraklarda tebarüz etmemiz asla gerçekleşmez.

Almanya'da “gurbetçi“ ve “yabancı“ fenomeninin aşılamamış olması çevremizi ve içinde bulunduğumuz ortamın doğru anlaşılmasını engellemektedir. Çevremizi iyi tanımadığımız ve tanımlayamadığımız takdirde, akıbetimiz; tıpkı, aynı zaaftan ötürü nesli tükenen dev cüsseli dinozorlara benzeyecektir. Eğer çevreyi ve çevre şartlarını tanıyan, her tür doğa zorluklarına karşı tedbir alarak yaşamlarını sürdürme becerisi kazanan o minicik karıncaları örnek alabilirsek, geleceğimizden ümit var olabiliriz. Göçmenler olarak, içinden geçtiğimiz şu tarihi süreçte karar verme ve bu kararları hayata geçirme olgusu ile karşı karşıya bulunmaktayız. Fakat, bu noktada ciddi handikaplarımız mevcuttur:

Sözgelimi bu handikaplardan biri cami imamlarıdır. [Bu cümleden, imamların bütün hizmetlerinin olumsuzlandığı kesinlikle anlaşılmamalıdır.] 80'li yılların başından bu yana Türkiye'den transfer edilen cami imamlarının, Türkiye gündemini yoğun bir biçimde buraya taşımaları “gurbetçi“ kavramını güçlendirmiştir. Diğer bir ifadeyle Türkiye'deki düşünce ve yaşam perspektifini Almanya'ya taşımıştır. Kürsülerden sürekli bir biçimde yapılan “gurbetçi kardeşlerimiz“ veya “Almanya gavurların ülkesi, Türkiye'miz cennet vatan“ retoriği göçmenlerin yaşamlarında derin izler bırakmıştır.

Öte yandan 28 Şubat sürecinde, düşünce ve inançlar üzerindeki ilkel baskılarından ötürü Türkiye'de yaşama olanağı kalmadığından, Almanya'ya iltica etmek zorunda kalan mültecilerle birlikte yeniden Türkiye gündemleri üzerinde yoğunlaşmalar gözlemledik. Mültecilerin Türkiye gündemi üzerinde yoğunlaşmaları anlayışla karşılanmalıdır. Ancak, tek tek bireyleri ve sivil toplum kuruluşlarını bilinçli yada bilinçsiz, aynı istikamete yöneltme çabaları ve Almanya'daki sosyal-siyasi-kültürel-iktisadi-eğitim gibi konulardaki olayları Türkiye perspektifinden yorumlamalarını doğru bir anlayış olarak bulmadığımızı açıklıkla belirtmeliyiz.

40 yıllık gurbetçi olmaz, yabancı da olmaz. Gurbetçilik kısa ve geçici olan bir konumdur. Oysa göçmenler artık burada kalıcıdırlar. Burası artık “vatandır“. Yurt burasıdır. Realite budur. Realiteyi çarpıtmaya, realiteden kaçmaya ve bu konuda spekülasyon üretmeye, yeni handikaplar açmaya hiç kimsenin hakkı yoktur, bunun pozitif bir getirisi de yoktur.

Hem Türkiye toplumu, hem Almanya'daki göçmenler, hem de Alman toplumu, göçmenlere ilişkin literatürlerine kotladıkları “gurbetçi“ ve “yabancı“ kavramlarını artık silmelidir. Bunların yerine, “BATI AVRUPA MÜSLÜMANLARI” kavramı kotlanmalıdır. Aksi takdirde, akıp giden zaman içinde her tutum ve davranış Müslümanların Almanya ve tüm Avrupa ülkelerinde asimilasyonunu hızlandıracaktır. Edilgen olmaktan, egemen sistemin şekillendirmesinden öte bir varlık gösteremeyeceğiz.

İçe kapanma ve toplumdan izole olma [getto] anlayışına mugayir toplumsal tüm alanlarda yer almanın, gurbetçi ve yabancı kisvesini yırtıp atmanın zamanı geldi ve geçmektedir. Sosyal, kültürel, siyasi, eğitim vb. konularda, İslam dünya görüşü temelinde ortak koordinatlarımızı belirleyerek topluma açılmalıyız. Olaylara müdahale etmeliyiz. Aksi takdirde, gurbetçi ve yabancı perspektifiyle Almanya'da İslam dünya görüşünün neşvünema bulması, üçüncü ve sonraki kuşaklara Batı Avrupalı Müslüman kimliğinin kazandırılması olanaksızdır.

Burada ortaya koyduğumuz görüşten Türkiye ile bütün ilişkileri-diyalogları keselim anlayışı çıkarılmamalıdır. Asla böyle bir kastımız da ol[a]maz. Böylesi bir okuma yazıyı amacından saptırır. Şahsen Türkiye ile ilişkilerin-diyalogların daha da güçlendirilmesi taraftarıyım. Sadece Türkiye Müslümanlarıyla mı.. Bütün dünya Müslümanlarıyla erdemli ilişkiler geliştirilmelidir. Fakat bu ilişkiler doğru zeminde gerçekleştirilmelidir. Sözgelimi, Türkiye'deki falanca siyasi partiyi destekleme yada filanca holdinginin mark deposu olarak görülme şeklindeki değil. Daha net bir ifadeyle tek taraflı bir diyalog değil...


Önceki Sayfa Sayfa Başına Sonraki Sayfa
[ Ana Sayfa | E-Mail ]