Logo-Kitab
[ Kur'an İlimleri | Tefsir | Meal ]
Besmele28

  » Ana Sayfa
  » Kitab-ı Mecid
  » Kişi Hakları
  » Tebliğler
  » Ulum ul-Hikme
  » Makale
  » Şiir
  » Linkler
  » E-Mail

Cocuklar icin okuma
Kur'an Dersleri
Çocuk Camiası
01 / 96 - ALAK SURESİ

el-Alaq vahyi'nin qıraati (word dökümanı) Harddiske yükle

Netz de Alak Suresi

el-ALAQ SURESİ OKUYUCULARI (İki örnek)
Türkiye

İsmail Kazdal


        19 ayettir. Hepsi Mekke'de insan boyutuna indirilmiştir. İlk 4 ayet indikten sonra, epeyce bir zaman geçmiş, fakat ayetlerin gelmesi devam etmemiştir. Ayetler, yeniden, Müddessir Suresinin başlangıç bölümüyle inmeye başlamıştır. Bu da bize, Qur'an'ın, ayetlerin iniş sırasına göre değil, sure sırasına göre tanzim edildiğini göstermektedir. Keşke Qur'an ayetleri iniş sırası esas alınarak tanzim edilebilseydi de, ilahi terbiyenin tedriciliğini görebilseydik. Qur'an'ı anlamada, özellikle de dilbilimi açısından büyük iddiaları olanların bu konuda yoğunlaşmaları ve ayet iniş sırasına göre sıralama yapmaları çok faydalı olacaktır. Hatta dilbilimsel (semantik, etimolojik, filolojik) tartışmalar yerine, Qur'an ayetlerini konularına göre tanzim etme çalışmaları yapmaları, bu konuda bir konsensüs oluşturmaları, Allah'ın yegane haq dini olan İslam'a çok büyük hizmet olacaktır. Önemli olan, Qur'an'ın her dile net bir biçimde tercüme edilmesidir bize göre. Böyle yapılmalıdır ki, İslam sadece dilbilimcilerin inhisarında kalmasın. Bütün insanlara Arapça, yahut Qur'an dili öğretilemeyeceğine göre, Qur'an'ı bütün insanlara çok çok doğru tercümelerle götürmenin yollarını bulmalıyız. Böyle yaparsak kimbilir nice düşünen insan, bu tercümelerden yola çıkarak Qur'an'ın geniş hürriyet ikliminde, yeni bir dünyanın doğmasına vesile olacak düşünürler olarak ortaya çıkacaktır.

        Alaq, pıhtılaşmış su anlamına gelmektedir.
        Çok merhamet eden,merhametinde kesintisiz olan Allah'ın adına başlarım!
        'Oku, insanı yaratırken vermiş olduğu değişmez tabiat, yasa ve vasıflarla terbiye etmiş olan Rabb'in adına!
        Ki O, çeşitli evrelerden geçirerek pıhtılaştırdığı sudan yarattı insanı. Çünkü O kendisi için menfaat beklemeden veren kerem sahibidir. O, bilmediklerini insana öğreten, öğrendiğini kalemle yazarak sonraki nesillere aktarmayı öğütleyendir.' (1-5)
        Allah'ın son Rasulu Muhammed a.a indirilen ilk 5 ayette apaçık görülüyor ki, yüce Rabb'imiz yaratılıştan, Rabb'liğinden, her bilginin kaynağı olduğundan bahis buyuruyor. Demek ki, ilim ve ilmi yazıyla kaydetmek insanın birinci kulluk görevidir. Halbuki bütün akli ve nakli dinlerin hepsi de, 'Önce inan' diyerek başlar söze. Yalnız İslam dini, insana, 'Önce araştır, tahkik et sonra karar ver' diyerek, seslenmeye ve bilgi vermeye başlıyor.
        Alaq suresinin ilk 5 ayeti, yaratılış sürecinin bilinmezliğinden sayfalar açar insanoğluna. Yaratılışla, terbiye etmeyi bir arada zikretmesinin elbette çok büyük manaları ve hikmetleri vardır. Yaratırken ve yaratılış yasalarının değişmezliği Allah'ın mutlak anlamdaki terbiyesidir. Bilimsel olarak sabittir ki, insan ne yaparsa yapsın, yaratılırken ve dünyaya gelirken, Yaratıcı'nın kendisi için tespit etmiş olduğu insani vasıflarını ve genel karakterini değiştiremez.
        Nedir bu müşterek genel vasıflar? Başta hayatı koruma ve zevk alma duygusudur. Bu iki vasıfta insanla hayvan örtüşmektedir. Ama insan, kendisine yüce Rabb'imiz tarafından üflenen ruhla birlikte insanlığa adım atmıştır.
        İnsanın, yaratılırken, kendisine Yaratıcı tarafından verilmiş azalıp çoğalan, fakat asla yok edilemeyen huyları vardır. Sevmek gibi, nefret gibi, korku gibi, üreme duygusu ve benzeri huylar gibi.
        İnsan dünyaya geldikten (bir bilimsel iddiaya göre ana rahmine düştükten 3 ay sonra başlayan bir süreçtir) sonra, çevresinde var olan hayat şartlaı bunları azaltır veya çoğaltır. Kimini öne çıkarır, kimini ise geride bırakır.
        Aslında biz yukarıda, mevcut meallerden farklı olarak verdiğimiz Alaq suresinin yeryüzüne inen ilk 5 ayetinin meallerinde kullandığımız metodu anlatmakla başlamalıydık belki de söze.
        Yaratırken yüce Yaratan'ımız, her yaratığa bir takım kabiliyetler takdir etmiş ve bu değişmez kabiliyet yasaları ile yaratıklarını denetlemeyi murad etmiştir. Yüce Allah bütün yaratıkları yaratılış kanunlarıyla denetlediği gibi, insanı da aynı yaşama kanunlarıyla denetlemektedir. İşte değişmeyen, değiştirilemeyen bu yaratılış kanunlarıyla denetlenmesi, aynı zamanda terbiye etme, bu vasfında da devamlı olma anlamına gelmektedir.
        Yüce Rabb'imiz yaratma ile Rab kelimesini bir arada zikretmekle, bizce bu inceliği murad etmiş bulunmaktadır. Qur'an'da yüce Rabb'imizin kelimeleri kullanış tarzı, insanı derin derin düşündürmelidir. Çünkü, yüce Rabb'imiz abes iş yapmayandır. Kelimeleri yanyana kullanmışsa, mutlaka bir sebebe dayalıdır. Rabb, yani terbiye edicilik ile Yaratıcılık ard arda zikredildiğinde göre, bağlantısı da bizim yukarıda izah ettiğimiz gibi olmalıdır. Yüce Yaratıcı'mız, mahlukatı daha yaratırken tespit ettiği değişmez hareket yasalarıyla kontrol ve terbiye ettiğini buyurmaktadır. İlerideki birçok surede, bu anlayışı desdekleyen daha birçok ayetle karşılaşacağız hep birlikte.
        'Oku!' emri ise, işte bu ilk terbiyenin, yani fıtrat yasalarının kabiliyet çerçevesinde insanın çevresiyle kurduğu münasebetle elde ettiği tecrübelerin ve bilgilerin müspet olanlarını anlaması ve anlatması anlamına gelmektedir elbette. Çünkü ortada henüz okunacak Qur'an ayetleri yoktur. 'Oku!' emrinin, Qur'an ayetlerinin ilk inenlerini söyleme anlamına gelmesi doğru bir anlayış değildir bize göre. Çünkü yüce Rabb'imiz 'oku' yerine 'söyle' demesini biliyordu şüphesiz. Yani 'İkra' yerine, 'Kale' yahut, 'Kul' demesini elbette biliyordu.
        Rasul'den okumasını istemesi, bir bakıma, 'Çevrende olup bitenlerin içyüzlerini açmaya, anlamaya çalış!' emri olarak da anlaşılabilir. 'Olanı biteni iyi gözle, tahlil et. Şu yaşına kadar sürdürdüğün hayatta edindiğin bilgileri yeniden bir analiz et!' gibi bir anlam taşır 'Oku' emri. İşte böyle bir gözlem ve tahlil, aynı zamanda okuma fiilini de içermektedir. Hani 'Ben senin ruhunu okurum!' yahut 'Ben tarihin ruhunu okudum' gibi sözler kullanırız ya! İşte yüce Rabb'imiz, Rasul'une, bu türden olan ferasetini kullanmasını emrediyor. Nitekim Rasul a. aylar boyu 'Hira' mağarasına gittikten ve tek başına yaptığı tefekkürden sonra 'Oku!' emr-i ilahisine muhatap olmuştur. Durup dururken, hayatın çirkinliklerinden ve pisliklerinden kendini sıyırma çalışması yapmadan gelmemiştir ilk emir.
        Bir takım rivayetlerde var olan yüce Rasul'un kalbinin yarılıp temizlenmesi de Hira mağarasındaki uzletinde, 40 yaşına gelinceye kadar hayatta kendisine bulaşmış olan 'cahiliyye' pisliklerini temizlemesi, pislik hayatının doğal olarak bulaşan kısmından arınmasıdır. İçinde yaşadığı cahiliyye pisliklerinden arınması, bir bakıma kalp defterine yazılı yanlış ve kalbi karartan kirli bilgilerin silinmesidir. Çünkü o kalp defterine yüce Allah'ımızın katından gelen mutlak doğru bilgiler yazılacaktır artık bu vakitten sonra.
        Nitekim ilk sureden sonra gelen surenin başlangıcında yer alan ayetlerin yorumunda, bu anlatmaya çalıştığımız manayı daha da açacağız inşallah. Şimdilik 'Oku!' emrinin, 'Bu ana kadar yaşadığın hayatta edindiğin bilgileri ve tecrübeleri aklında analiz et, gerçeğe uygun yorumlarla kendi kendine tanımlamaya çalış' biçimindeki yorumunu benimseyip geçelim.
        Çevreyi kuşatan varlıklar ve o varlıkların merkezinde yer alan, seçme iradesi verilen insanın yapıcısı olduğu olay ve değişim üzerinde yapılan akletme temrinleri, yüce Rabb'imiizn indireceği Qur'an ayetlerini almaya müsait bir zemin hazırlar doğal olarak. Zaten insan için durum her zaman böyledir. Şu anda, bir Müslüman'ım Qur'an'a muhatab olması ve ondaki murad-ı ilahiyi anlaması, ayıklanmış ve netleştirilmişbilgilerle donanmış olmasına bağlıdır.
        İşte Allah Rasulu de Hira öağarasında cahiliyye devrinin kirli bilgilerinden temizlenmiş, mutlak bilgi kaynağından gelecek ayetleri idrak etmeye hazır hale gelmişti.
        Hani Kadir suresinde, 'indiği geceyi bin aydan daha hayırlı yapan ayetlerimizin anlattığı gerçekleri, şayet biz lutfedip de açıklamasaydık, senin idrakine kim sokabilirdi? Sen bu gerçekleri kendi kendine bulabilir miydin?' buyuruyor ya yüce Rabb'imiz. Gerçekten de yüce terbiyeci Rabb'imiz bildirmeseydi, canlıların, evrelerden geçirilip pıhtılaştırılmış sudan yaratılmış olduğunu biz, özellikle de deney laboratuvarlarının olmadığı o devirde, nasıl idrak edebilirdik.
        Zaten yüce Rabb'imizin kerim olmasının en çarpıcı delili, bize Qur'an'ı göndermesidir. Alaq suresindeki kerimlik, yani karşılıksız verilen şey, 'Oku' diyerek indirilmesiyle başlanan Qur'an nimetidir. Yüce Rabb'imizin, bizi Qur'an'la karşılıksız terbiye etmesidir. Evet Rasul, arındırılmış bilgileri halka açıklamaya hazırdır artık. Müddessir suresinin başlangıç bölümünde buyrulan 'Kalk ve inzar et!' noktasına ulaşmıştır. Bunun nasıl olduğunu, insan boyutuna 2.sure olarak inmiş olan Müddessir suresine geldiğimizde açıklayacağız inşallah.
        Şimdi kısaca ilk inen 5 ayette geçmekte olan çok önemli bir kelimeyi anlatmaya, açıklamaya çalışalım. Bu kelime 'Rab'dır. Rab nedir, ne demektir?
        'Rab' lugat olarak, terbiye eden, biçimlendiren, çekip çeviren, efendilik yapan gibi anlamlara gelmektedir.
        Allah, daha önce de belirttiğimiz gibi, yaratıkları yaratırken hangi sebep için yaratmış ise, o işi yapacak kabiliyetlerle, bir başka değişle, değişmez ayetlerle donatarak yaratmıştır. Hiçbir yaratık, bu ayetlerin, yani, kendisi için tesbit edilmiş misyon ve fonsiyonların dışına çıkamaz, onları değiştiremez. Bu terbiye konusunda ve alanında yüce Yaratan'ın ortağı yoktur. Çünkü bu terbiye yaratılış kanunlarıdır ve yegane Yaratıcı, yani hiç yoktan var edici Allah'ın değişmez kanunlarıdır. Suyun yıkması, ateşin yakması, bulutun yağmur taşıması, herkesin yalnız çalıştığının karşılığını alması gibi kanunlardır bunlar. İlk ayetlerin Allah değil de Rab biçiminde gelişinin hikmetlerii de bir iyice düşünmek lazımdır.
        Bu alanda ortaksızdır yüce Yaratıcımız. Çünkü kimsenin gücü yaratılışın tabiatını değiştirmeye yetmiyor. Ancak bu değişmez tabiatı keşfedip kullanabiliyor insanoğlu. İşte bu noktadan sonra insanın terbiyede, çekip çevirmede iradesi devreye giriyor. Bu aşamadan sonra insanoğlu, yüce Yaratıcı'mızın hiç yoktan tabiatlar ve görevler yükleyerek yarattığı kevni varlığın bütün objelerini istediği gibi kullanmayı hedefliyor ve bunun için de kullanabileceği kıvamın oluşması yolunda eşyayı biçimlendirme, yani terbiyelendirme eylemine girişiyor. Yalnızca kendi işine ve menfaatine uygun bir biçimde, insanlara üstünlük kazanması için terbiye ediyor eşyayı ve özellikle insanı, işte o zaman Rablık sıfatında Allah'a ortak duruma düşüyor. Rab'lıkta Allah'a ortak olmaktan kurtulmak için, insanın, insan dışındaki alemin içinde var olan tanıyabildiği bütün yaratıkları doğru amaçta, yani onları belirli görevlerle birlikte yaratıp insanın emrine veren Allah'ın istediği amaçta kullanması gerekmektedir. Onun için, insan önce kendini Allah'ın terbiyesine, yani biçimlendirmesine, şekillendirmesine, başka bir değişle, yaratılış fıtratına ve sebeplerine döndürmelidir. Eğer yüce Rabb'imizin terbiyesine sırt çevirirse insan, tanıdığı ve tanıştığı çevrede her ne varsa, onları sadece kendi menfaatlerine uygun şekle dökmeye terbiye der ve öyle de yapar.
        Burada bir noktaya temas etmeden geçemeyeceğiz. İnsanoğlu yaratılış fıtratından uzaklaştıkça şaşırır, şaşırdıkça da azar. Bir zulüm makinası haline dönüşür. İşte bu en azgın noktaya gelindiğinde, yüce Rabb'imiz lutfederek seçtiği nebiler aracılığı ile insanla irtibat kurar, gönderdiği ayetlerle bozulmamış olan fıtrata davet buyurur. Yaratırken insan için çizmiş olduğu doğru yol kaderinden eğri yol kaderine, dolayısı ile de felaketine gidişi durdurmak için ayetler göndermesi ve bu ayetlerle fıtrata davet etmesi, aynı zamanda yaratılıştaki tabii terbiyeye davet etmesidir aslında. Demek yüce Rabb'imizin insanı yaratırken, onun için tesbit ettiği bütün vasıfları, maddi-manevi görevleri, misyonları, yüce Yaratıcı'mızın terbiyesidir. Biz bu terbiyeden, yani, yüce Allah'ımızın bizim için çizdiği dünyaya geliş sebeplerinden ayrılmış olduğumuzdan, bize son bir fırsat vermek anlamına gelen, son kitab olan Qur'an'ı göndermiş ve kendi terbiyesine davet buyurmuştur. Rasul'umuze, yani Allah son elçisine 'Oku yaratan Rabb'inin adına!' buyurulurken, aslında onun şahsında bütün insanlara da aynı emri vermiş olmaktadır ve bu emri sürmektedir; insanlığın kıyametine kadar da sürüp gidecektir almaya talib olanlar için.
        Allah kendi terbiyesinden, yani Qur'an'ın ayetlerinin yol göstermesinden ayırmasın bizi.
        Rasul'e inen ikinci ayette de, birinci ayetteki 'yaratan' kelimesinin ifade ettiği maddi açılım yapılmaktadır. İnsanın, Allah'ın düşünce planından maddi varlık alanında tezahür etmesinin açıklanmasıdır. Rasul'un ağzından. Yüce Rabb'imizin daha ikinci ayette yaratmaktan ve bunun maddi plandaki seyrinden bahsetmesi, elbette bizim için fevkalade önemli bir tenbihtir. Dikkatimizi yaratılışa çekmenin muhakkak ki bir çok hikmeti vardır ve biz, bu hikmetleri, ilgili ayetler geldikçe açıkalacağız inşallah. Ama bu noktadaki bağlantısının 'ilim' olduğunu söyleyeceğiz. Yüce Rabb'imiz bizim dikkatimizi ilme doğru yönlendiriyor.
        Nitekim bir sonraki ayette, 'Sana bilmediklerini öğreten O'dur' diyerek, bilime, bilmeye, bilinçlenmeye yönelmeyi pekiştiriyor yüce Rabb'imiz. Elbette dikkatimizi bilime çekerken, kullandığı en etkili örnek, bilmeye muhatab tek taratık olan insandır. Bütün bir alemin insan için yaratıldığı daha ilerideki ayetlerde açıkça görülecektir. İşte, kavranılması neredeyse imkansız olan evrenin ortalık yerinde, merkezinde, cevher olarak, o evrende ne varsa, hepsine birden sahip olan insanın yaratılış seyri, bütün ilimlerin ilmidir. Allah'ın mutlak ve eksiksiz ilminden arz'a inen en büyük bölümüdür insanın yaratılışı. Alaq, suyun pıhtılaşmış halidir ayetlerin içerdiği manalara bakılınca. Ve daha ileridedi ayetlerden birinde 'Biz insanı anılır hale gelinceye kadar birçok evreden geçirdik!' denmiş, suyun bir evrimden geçirilerek pıhtılaştırıldığı ifade buyrulmuştur. Elbette evrim, sadece biyolojik anlama hapsedilmiş olmuyor yukarıdaki tespitimizde. Söylemek istediğimiz sadece bu ayetteki ifadeyle kayıtlıdır. Çünkü evrimin biyolojik bölümünü ifade ediyor alaq ile yaratılmayı birlikte kullanarak Yüce Rabb'imiz.
        Onun için insanın manevi kimliğinden 1. ayetteki rab kavramı vesilesiyle bahsedilmişti. 2. ayetteki, sureye isim olan alaq, biyolojik evrimin ifadesidir.
        Daha ilerideki ayetlerde bütün yaratıkların sudan halkedilmiş olduğunu hep birlikte göreceğiz inşallah. Öyleyse alaq, pıhtılaştırılmış sudur ve suyu çeşitli merhalelerden, kimyasal aşamalardan geçirmiştir yüce Yaratıcı. Tabidir ki, Yaratıcı'nın kimyagerliği, her vasfında olduğu gibi, kendine ait bir kimyagerliktir. İnsana bu sıfatından da lutfetmiştir. İnsan da, yaratılmışı çeşitli kimyasal aşamalardan geçirip ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirmektedir, kullanmaktadır.
        İnsanı, yalnız kendisinin bildiği bir zaman dilimi içinde çeşitli aşamalardan geçirerek pıhtılaştırdığı sudan yarattığını söyleyen yüce Rabb'imiizn ifadesinden 'ilim'e yönelişin ötesinde ne anlayacağız?
        Acaba birçok meal ve tefsirde geçtiği gibi, sadece 'pıhtılaşmış kan' şeklinde mi kabul edeceğiz, yoksa başka türlüsü de olabilir mi diyeceğiz? Belki ilk insan, yahut insanlar yaratılırken yaratılış evrelerinden birinde suyun pıhtılaşması kann'dı. Ama ondan önceki evrede meniydi. İlerideki ayetlerde, yaratılma evrelerini ifade eden ayetleri hep birlikte göreceğiz.
        Bizce yaratılma safhalarının çeşitli biçimlerde algılanmasının bir sakıncası yoktur. Çünkü bu safhaların mahiyetini eksiksiz bilen sadece yüce Yaratıcı'dır. Bu bilginin büyük bir bölümünü bize getiren yüce önderimiz Muhammed aça sonuz salat ve selamlar. Onun en büyük mucizesi, hiç kimsenin bilmesi mümkün olmayan yaratılıştan haber alacak kadar derinleşmesidir. Bu kadar derinleşen, insan olarak bilgi hazinesini bu kadar geliştiren ve sadece yaratıcı'nın bildiği yaratılış bilgisine muhatab olan bir insan elbette beşerin güneşidir.
        Bu oluşun daha ileri hikmetlerini, sahibi olan yüce Allah'a ait kılıp, biz 4. ve 5. ayetlerin bize ne anlattığını anlamaya çalışalım.
        Birbirinin ardından gelen 4. ve 5. ayetler bilginin sahibinin Allah olduğunu belirttikten sonra, gelen ve gelecek olan bilgileri kalemle tespit etmemizi de salık veriyor. Bu da elbette bilimin tavrıdır.
        Bilim, tespit edilmedikçe kaybolur. Yüce Rabb'imiz bu hikmeti de anlatarak, hem bilginin, hem de o bilgiyi tespit etme yolunun kendisine ait olduğunu söylüyor ve insanın mutlak hakimi olduğunu ilan ediyor.
        Ama bütün bu kerimliğe karşı insan, yine azıp isyan eder. Çünkü Allah tarafından verilen sonsuz nimetler yüzünden kendini güçlü görür, kendi üzerinde bir gücün varlığını kabul etmez. İşte azgınlığının sebebi bu müstağniliğidir.
        6. ve 7. ayetler, insanoğlunun tarih boyu felaketine sebep olmuş bir halinden bahis buyuruyor. Bu bir psikolojik temele dayanan felaket halidir. İnsan, kendinde var olan bütün kabiliyetlerin ve o kabiliyetlerle elde etmiş olduğu bütün nimetlerin tek yaratıcısının Allah olduğunu unutuyor, sanki kendisi yaratmış gibi kabul ediyor. Allah'ın 'müstağni' diyerek tanımladığı hal, bu haldir. İnsanoğlu kendisini kontrol eden, kötü işler yaptığında cezalandıracak olan kendinden çok üstün, hesaba çekici bir kudretin varlığını tanımazsa, otokontrol oluşturamaz. Kendini bir iç güçle deneyleyemeyen insanı, dışında teşekkül ettirilmiş kanunlarla denetlemek çok güçtür.
        Hele de insanları yöneten, yönlendiren üst yapı mensuplarını denetlemenin imkanı hiç yoktur. Halk , elinde hiçbir korkutucu güç bulunmayan zavallı ahali, kendini yönetenleri nasıl ve ne ile denetlesin?Onun içindir ki, ilerideki ayetlerden birinde 'Bir beldenin en azılıları, aynı zamanda o beldenin en ileri ve halk tarafından en şerefli sayılan insanlarıdır' buyurarak, anlatmaya çalıştığımız gerçeğe işaret etmiştir yüce Rabb'imiz.
        Gerek Qur'an'ın helakından bahsettiği önceki toplumlar, gerekese İslam geldikten sonraki 1400 yıllık zaman kesiti içinde, kurulup tarihe karışan devletler kendilerini en güçlü saydıkları zamanlarda yıkılmışlardır. Gerçekten de çok güçlüdürler gümbür gümbür yıkılıp gittikleri zamanlarda. Zamanlarının en güçlü toplumudurlar helak olduklarından bahsedilen Ad, Semud, Nuh ve Lut gibi kavimler.
        Şimdi de durum aynıdır. Eskiden helak edildiği söylenen kavimlerin durumuna gelmiştir bütün bir insanlık alemi. Bütün bir insanlık alemi diyoruz. Çünkü, çağımızda kendini müstağni sayan insanlık aleminin bir bölümü, çok ileri bir gücü temsil etmektedir. O kadar ileri olmasının sebebi ise, insanlık tarihinin hiçbir devrinde olmayan, insanı beyninden zapteden ve düşüncelerini müstağni güçlerin emrine bağlayan teknolojik üretim araçlarıdır.
        Gerçekten insanlık tarihinde bu kadar global ve entegre bir güç hiç oluşmamıştı. Dünyanın bir bölümü, öbür bölümüne bu kadar hakim olamamış, hükmedememişti. Tarihin hiçbir imparatorluğu bugünün enternasyonal müstağni gücü kadar insan beynini köle edinememiş ve bu hakimiyetini dünyanın her köşesine yayamamıştı.
        Onun için en azgın, dolayısıyla en geniş, belki de topyekun helak dönemini yaşamaktadır insanlık alemi.
        'İnsanoğlu azar, kendini müstağni saydıkça. Dönüş, hesabını görecek olan Rabb'inedir.' (6-8).
        Dünyaya hükmeden güçler, artık, insnaın kendi kendine yeterliliğini ilan etmiştir. Bu enternasyonel güçler, 'Biz irade ederiz, insanoğlu ona kader der' demektedirler.
        İşte yüce Rabb'imiz, 'İnsanoğlu azar, kendini müstağni saydıkça' biçimindeki iki ayetinde bu gerçeği ifade buyurmuştur.
        Surenin 8.ayetinde 'Dönüş, hesabını görecek olan 'Rabb'inedir' diyerek, müstağnilere, kendilerini bir güç sayanlara meydan okumaktadır yüce Yaratıcı. 'Sen istediğin kadar kendini büyükle ve müstağni say. Eninde sonunda hesap vermek için karşıma geleceksin, ben de kuşkun olmasın ki hesabını çarçabuk göreceğim' demek istemektedir yüce Rabb'imiz.
        'Gördünmü aitlik ve selamet kazandıran davet azmini, kararını menedeni?' (9-10).
        Topluma egemen güçler açısından bakıldığında elbette, Allah'ın okunmasını istediği gerçeklerin insanlara ulaşmaması lazımdı. Onun için 'Oku' ile gelmeye başlayan misyonun, görevin menedilmesi, yasaklanması gerekmekteydi.
        Çünkü kendi kurulu düzenlerinin, selamette sandıkları hayatların sürüp gitmesi buna bağlıydı. Çünkü gelmekte olan ilahi mesajın başlangıcında, yaratan bir başka Rab'tan, terbiyeciden, efendiden bahis edilmektedir. Kendileri yaratıcı olamadıklarına göre, demek ki başka Rab'tan ve efendiden bahsedilmektedir. Kendileri yaratamadıkları halde, uzun zamandır insanlara ne güzel rablık ve efendilik yapmaktaydılar. Şimdi Yaratıcı olduğunu söyleyen, 'terbiye edici efendilik hakkı benimdir' diyen bir rakip çıkıyor karşılarına. Doğrusu kendilerinin rablıklarının sonunu getirecek bir meydan okumadır ve derhal bu Rabb'ın gönderdiği mesajlar daha yayılma fırsatı bulamadan boğulmalıdır. İşte, kendi selametlerini yok eden, köle gibi kullanılan diğer insanların, güçsüz canlıların selametlerii sağlayacak olan bu yeni Rabb'ın çağrısı insanlara ulaşmadan durdurulmalıdır. Bunun da en kestirme yolu, bu ilahi çağrı için seçilmiş olan kişiyi konuşmaktan menetmektir. Hatırlayın Mekke müşriklerinin Allah Rasulu'nu halktan nasıl uzak tutmaya çalıştıklarını. Zira Allah Rasulu'nun ağzından çıkan ilahi mahiyetli sözlerle, yani ayetlerle karşı karşıya gelen her insan efsunlanıp gerçeğe teslim oluveriyordu. Daha ilerideki ayetlerde göreceğiz, Mekke efendilerinin kölelerini Qur'an dinlemekten nasıl menettiklerini.
        Unutulmaması gereken en önemli hususlardan biri de, menetme eyleminin, Müddessir suresinin ilk ayetleri olan 'Ey örtülere bürünmüş uyuyan!' Kalk ve ulaşılan kararları açıkla ve uyar insanları' emri ilahisinin icabını yerine getirmeye başlamasından sonra, 'Gördün mü şu 'sala'yı medenleri!' şeklindeki ayetin inzal buyrulmasıdır. Hepimiz de biliyoruz ki Alaq suresinin ilk beş ayeti indikten epeyce sonra Müddessir suresinin ilk yedi ayeti inmiş, arkasından yine Alaq suresinin 6. ve 7. ayeti olan, 'İnsanoğlu azgınlaşır, kendini mğstağni saydıkça' ayetleri gelmiş ve hemen ardından bu 'sala'lı 8. ve 9. Ayetleri inmiştir. Görülüyor ki, Rasul'un inzar'ı menedilmektedir. Şimdilerde ve bütün zamanlarda da böyle olmuş, olmaya da devam edip gidecektir. Her erk, kendisini güçlü sayan her türlü üst yapı, kendi rablığına, efendiliğine ortak çıkarıldığında meneder ve de etmektedir.
        Günümüze bir bakalım, menedilen namaz mıdır, yoksa 'Allah Rabb'dır, yegane hüküm koyucudur, İslam bir hayat ve yaşama nizamıdır' iddiasının arkasında koşanların tebliğleri mi? Elbette ki ilahi nizamın prensiplerini açıklama ve insanı bu prensiplere çağırma eylemi menedilmekte, namaz ise alabildiğine teşvik edilmektedir. Tarih boyu kendine ortak koşulmasını şiddetle cezalandıran Müslüman toplumların monarşik erklerinin, namaza müdahale ettiğini ne duyduk, ne de okuduk. Ferdi ibadetlerden olan namaza ve oruca müdahale eden hiçbir erk olmamıştır, olmayacaktır. Ama yine ferdi, ama ekonoik yanları olan zekat ve hac ibadetlerine müdahale edilmiştir ve halen de edilmektedir. Bütün Müslümanlar, müminliğe ulaşmak isteyen teslim olmuşlar, bu durumu bir kere daha derin derin düşünmek zorundadırlar. Ferdi ritüelleri ön plana çıkarıp, bunlarla insanı tatmine sürüklemek, bütün erklerin buluştuğu olgu olduğuna göre, acaba!...
        İşte, gelen ilahi çağrıyı mededen Mekke efendilerine, yüce Rabb'imiz, ilk uyarısnı yapıyor 11.ayetten 18.ayetine kadar olan bölümde:
        'Hiç düşündünüz mü? Ya Rasul'um hidayet üzereyse ve sizi Allah'ın azabından korunmaya çağırıyorsa. Böyle bir çağrıyı reddedmek, sizin de aleyhinize olmaz mı! Allah'ın herşeyi görüp durduğunu bilmiyorlar mı?' (11-14)
        Elbette bizim tekili çoğul olarak kullandığımız dikkatlerden kaçmamıştır. Bir kişi ilk kez, Allah Rasulu'nun karşısına çıkıp onu susturmaya, tebliğini durdurmaya çalışmıştır ama, arkasında Mekke'nin bütün üst düzey efendileri vardır. Bir kişinin önde gözükmesinin durumu değiştirmeyeceği açıktır. Ebu Suftan, Ebu Cehil, İkrime ve hatta , sonradan büyük iman örnekleri olan nice insanlar, aynen Ebu Leheb gibi, Rasul'ü faaliyetlerinden menetmeye çalışmıştır. Bu durum bütün zamanlar ve mekanlar için de geçerlidir. Siyasi gücü elinde tutan sosyete, kendi kuvvetlerini sarsacak bir harekete teşebbüs eden kişi veya kuruluşa karşı, araalrında ihtilaf olsa dahi birleşik hareket etmiyor mu?İşte bunun için çoğul kullanmak lazımdır. Nasıl olsa şimdiye kadar gelmekte olan meal geleneklerinde, bir ifade, 10-12 ayet yukarıdaki bir zamire bağlanıp, msela 'kim?' 'kimi?' anlamına çekilebiliyor.
        'Hiç düşündünüz mü? Ya Rasul'um doğru yol üzerindeyse ve sizi de Allah'ın azabından korumaya çağırıyor ve siz bunu reddeip, menetmeye çalışıyorsanız' biçiminde gelen ilahi ayetler, aslında hiçbir yoruma muhtaç değildir.
        Çünkü Rasul mutlaka doğru yol üzerindedir. Çünkü bu yol bütün doğruların eksiksiz sahibi Allah'tan gelen yoldur. Ve gerçekten de, kendini güçlü sayan zümre de dahil, bütün insanları Allah'ın azabından koruyan ve koruyacak olan din olan İslam'ın yoludur. Üstelik hem bu dünya, hem de öte dünya azabından koruyan bir hidayete davet etmektedir Allah Rasulu bütün insanları. Kim bu doğru yolu reddeder ve hele ayette de buyrulduğu gibi, bir de başkalarını, gücü yettiklerini (aynen bugün, Müslüman hanımları Allah emri olan örtünmeden menettikleri gibi) menediyorsa, gerçekten Allah'ın azabının şiddetini arkadan gelen ayetlerde göreceğiz. Böyle bir azabtan, Allah'ın ayetleriyle yaşayarak, Allah'a sığınırız. Çünkü, bir çokkendine Müslüman diyeb insan da menedenlerin arasında bulunuyor. Her zaman, bilmeden böyle tuzaklara düşme ihtimali vardır.
        Hem kendini, hem de menettiği başkalarını Allah'ın azabına götürdüğünü anlamasını istiyor Yaratıcı, reddedenlerden ve reddettikleri selameti başkalarına da kapatanlardan. Müthiş bir hiddetle tehdid ediyor yüce Rabb'imiz Rasulu (tabii arkadan gelecek olan ümmetinin öncülerini) ve ilahi ayetleri engelleyenleri. İnsanlar onları duymasın diye, insanla o ayetlerin arasına giren kafir güçlüleri:
        'Hayır! Bu engellemeyi yapanlar, bundan vazgeçmezlerse, andolsun onları perçemlerinden yakalarız, günahkar kafalarını yerlerde sürükleriz. O zaman kurtulmak için güvendikleri adamlarını yardılarına çağırsınlar. Biz de böyle bir durumda karşılarına zebanileri dikeriz. Hayır! Onların baskılarına boyun edğip de ayetlerimizi tebliğ etmekten geri dönme. Onlara değil, bana boyun ey, yüklendiğin görevi yerine getir.' (15-19).
        Evet, yine yorum getirmeyecek kadar açıklıkla, Rasul'un şahsında, bütün Müslümanlara yardım vaat ediyor yüce Rabb'imiz. Hem ilahi tebliği önlemeye yeltenen bütün kafirleri zebanilerle tehdit ediyor, hem de Rasul'un şahsında bütün Müslümanlara teminat veriyor:'Bütün adamlarını arkalarına alarak üzerinize gelirlerse, biz onların karşısına zebanileri dikeriz.' Demek ki bu zebaniler öyle güçlüdürler ki, kafirlerin günahkar beyinlerini taşıyan başlarını, saçlarından yakalayıp yerlerde sürüyebiliyorlar. Bu konudaki yorumlara mehaz olarak alınan rivayetlere uymuyoruz. Zebani, öyle metrelerce boyları olan, yahut günümüzün bilim-kurgu kahramanalrı, terminatörler, bedmenler, süpermenler değildir elbette. Tabii ki, yüce Yaratıcı'mızın, biz Müslümanlar sıkıştıkça, yardım amacıyla yaratıverdiği, düşmanı saçlarından yakalayıp günahkar alınlarını yerlerde sürtecek hayal gücü yaratıklar da değildir. Bu vaziyette geriye üç şık kalıyor. Bunlardan birincisi, kafirin karşısında mü'minin heybeti o kadar büyüyor ki, kendisni saçlarından yakalayıp sürükleyecek güçte görüp korkuyor ve yapmayı düşündüğü hakkı engelleme işinden vazgeçiyor bu kokudan ötürü.
        2. ihtimal, meneden, hidayet dini İslam'ın insanlara ulaşacağı yolları tıkamaya çalışan ve bu yolda adamlarını da ardına alıp zor kullananların karşısında olan mü'minlere, içinde bulundukları toplumun güçlülerinden bazılarının, İslam'ı kabul edenlere yardım etmesidir. Aslında bunun örnekleriyle doludur İslam tarihi ve günümüz. Kendi alanlarında güçlü öyle insanlar İslam dinine girip, mü'minleri güçlendirmiş, kafirleri korkutmuştur ki, bunların haddi hesabı yoktur. Eğer mü'min kul, gerçekten yaratıcı olan, yüce kudret olan Allah'a gereği gibi secde edip, tavsiyelerine aynen itaat ederse, yüce Rabb'imizin vaadi ve sünneti gereği, kafirlere canavar gibi görünen güçlü insanlarla kendisine yardım edilir.
        3. ve en önemli şık ise, zebani kavramının insanın zihninde oluşan bir canavar oluşudur. İnsanoğlu kendi hayalinde bir çok korku kurguları oluşturur, bunlara isimler verir. İşte zebani de hayalinde oluşturduğu korkunç bir yaratıktır. Yüce Rabb'imiz de, insanı kendi hayalinde oluşturduğu bir canavarla korkutuyor. Zaten insanın kabullerini Qur'an'da sık sık kullanmaktadır yüce Rabb'imiz. Fakat insanların hayallerinde kurdukları, yahut adlandırdıkları muhayyel yaratıklar ve kavramlar gerçek değildir. Ama insan gerçek olmayan muhayyel varlıklar icat etmekte ve onlardan korkmaktadır. Allah da bunlardan biri olan zebani ile korkutmaktadır!
        Allah'ın rasulu'ne yapılan yardım, onun getirdiği dine sımsıkı sarılan ,ümmetine de gönderilir. Biz şu anda Allah'ın emirlerine secde edip boyun eğersek, yüce Rabb'imiz bizi kafirlerin dilini uçurtacak güçlü insanlarla desdekleyecektir. Bundan hiç bir mü'minin kuşkusu olmamalıdır. Çünkü yeryüzüne inen ilk surenin ayetlerinde yüce Rabb'imiz bize bu yardımını vaat etmektedir ve O, kul hakettikçe, kakedileni veren adil Allah'tır.
        Yeter ki sen bu surenin son ayetinde buyurulduğu gibi, seni menetmeye çalışanlara değil, Yaratan'a secde ile boyun eğ:
        'Hayır' Seni durdurmak için zor kullananların baskılarına boyun eğme. Boyun eğilip itaat edilmeye layık olan tek efendin Allah'ına secde ederek yaklaş ve yenilmez yardımını arkana al!'
        Evet yüce Rabb'imizin Rasul'une lutfederek gönderdiği ilk surenin, sosyal ve siyasal açıdan kısa bir yorumu burada bitmektedir.


Osman Kayaer


        1.Yaratan Rabbının adıyla oku. 2. O, insanı alaktan yarattı. 3.Oku, Rabb'in en büyük kerem sahibidir. 4.O ki kalemle öğretti. 5.İnsana bilmediğini öğretti. 6.Hayır, insan azar, 7.kendini yeterli gördüğü için. 8-Ama dönüş Rabbinedir. 9.Gördün mü şu menedeni? 10.Namaz kılarken bir kulu. 11.Ya o kul doğru yolda olup, 12.kötülüklerden korunmayı emrediyorsa. 13.Gördün mü, ya bu adam yalanlar ve yüz çevirirse? 14.Allah'ın gördüğünü bilmiyor mu? 15.Hayır, eğer bundan vazgeçmezse onu perçeminden yakalarız; 16.o yalancı, günahkar perçemden; 17.o zaman meclisini çağırsın. 18.Biz de zebanileri çağıracağız. 19.Hayır, ona boyun eğme, secde et ve yaklaş!

        Mekke'de ilk nazil olan suredir. 19 ayettir. 2. ayetinde insanın 'Alaq'tan yaratıldığı söylendiği için bu adı almıştır. Alaq, kann pıhtısı, yapışkan, sülük, yapışkan mai anlamlarına gelmektedir.
        Qur'an'ın kendisi bir bütün olarak indirilmediği gibi sureleri de bir bütün olarak indirilmemiştir. Qur'an ayetleri bazen tek tek, fakat genellikle ayet grupları şeklinde nazil olmuştur. Alaq suresi de bir bütün olarak nazil olmamıştır. İlk 5 ayeti Muhammed a.a, Mekke'de Hira dağında nazil olan ayetler grubudur. Müfessirlerin nakillerinden öğrendiğimiz kadarıyla bundan sonra Müzzemmil suresinin ilk ayetleri indirilmiştir. Ancak sureler, ayetlerin indiriliş sırasına göre dizilerek meydana getirilmemiştir. Çünkü o, insana indirilmeden önce Levh-i Mahfuz'da bir bütün olarak bulunuyordu. Rasul'un mücadelesinin gerekleri göz önüne alınarak, gerekli parçalar seçilerek indirilmiştir. Rasul de onları kullanarak yie Qur'an'ın bütünlüğündeki yerine yerleştirmiştir. Böylece çok çeşitli zamanlarda indirilen ayetler, bir sure içinde bulunabilmiştir.
        Bu kısa girişten sonra sureye dönecek olursak;onda, 'Müslüman'ın varlık sahnesine çıkabilmesinin gereklerinin işlendiğini görürüz.
        Qur'an muhatabına 'Okumasını' emrederek başlamaktadır. Fakat bu okuma herhangi bir şeyi okumak değildir. 'Yaratıcı Rabb'ın adıyla okumaktır. Qur'an'ın okuma emriyle başlamasının sebebi, insani değişimin bilmeye bağlı olmasındandır.
        Surede Allah'ın başka sıfatlarıyla değil de 'Yaratıcı', 'Eğitici' ve 'İkram edici' sıfatlarıyla tanıtılması, okumakla yakından ilintilidir. Bize göre buradaki vurgu, yaratıcı olan Allah'ın, 'İnsanı' Rabb (terbiye edivi) özelliği ile bir eğitimden geçirerek, adeta yeniden yaratarak 'Müslüman'ı varetmek istemesinedir. Böylece 'İkram edici' Allah, ona ikramların en yücesini yapmış olacaktır.
        Yaratıcı ve Rabb olan Allah zaten daha önce de insanı alaqtan yaratmış ona, bilmediğini öğretmiştir.
        Fakat insan kendisini müstağni görerek azmaktadır. Aslında bu azgınlık ona Allah'tan başka otoriteler ihdas ederek kendi kendisini köleleştirmesinden başka bir şey kazandırmamaktadır.
        İnsan, silaha, servete ve bilgiye sahip olduğunda kendisini müstağni görerek azmaktadır. Bazen bunların hepsi bir insanda toplanmaz, ayrı ayrı insanlarda bulunurlar. O zaman karşımıza üçlü ittifak halinde çıkarlar:Firavun, Karun ve Haman.
        Bu azgınlar ittifakı, Allah'ın eğitiminden geçerek onun istediği 'Müslüman insan' olmak isteyeni de engellemeye çalışır. Çünkü 'Müslüman insan' namaz kılar, doğru yolda olur ve kötülükten alıkoyar. Namaz kılmak, doğru yolda olmak ve kötülükten menetmek; İslam'ın insan hayatındaki şekillenişinin kısace ifade edilmiş halidir.
        'Namaz' insanın Allah'la diyaloğunu, onunla iletişimini, ona kulluğu kabulünü, iç aleminin zenginleşmesini ve tefekkürü sağlar.
        'Doğru yolda olmak' insanın amelen Allah'ın gösterdiği şekilde davranmasını, hayatında kötüye sapmadan hep iyi kalarak amel etmesini temin eder.
        'Kötülükten menetmek' ise insanın sadece kendisinden ibaret olmadığını, onun çevresindeki kötülüklere de engel olması gerektiğini ifade eder. Zaten insanın ilk iki rüknü devam ettirebilmesi, sonuncunun gerçekleştirebilmesiyle mümkündür.
        Bugünkülerin aksine dinin Allah'la kul arasında kalan bir işten ibaret olmadığının farkında olan Mekkeli müşrikler, müslümanın namazına engel olmak istemişlerdir. Çünkü onlar, herşeyin namazla başladığının farkındaydılar. Tıpkı Salih'in kavminin 'Ey Salih, babalarımızın dinini terketmemizi ve mallarımızı dilediğimiz gibi harcamamamızı sana namazın mı emrediyor?' diyerek işin farkına vardıkları gibi.
        Surenin son kısmına göre Allah olaylara seyirci kalmayacak; namaz kılanın yanında yer alacak; inkarcıları, engellemelerinden vazgeçmedikleri taktirde perçemlerinden yakalayarak ateşe sürükleyecektir.
        Bunun için müslümanların ona itaat etmemekte direnmesi ve Allah'a secde etmesi gerekmektedir. Burada açıkça görüleceği gibi Allah, birilerinin zannettiklerinin aksine alemleri yaratıp kendi haline bırakmamıştır.O, müminlerle kafirler arasındaki mücadelede kafirlere cephe alıp, müminlerden yana tavır koymaktadır. Yeterki mü'minler, onun yardımını hak edecek durumda olsunlar.


[ Ana Sayfa | Kitab-ı Mecid | Kişi Hakları | Tebliğler | Ulum ul-Hikme ]

[ Şiir | Makale | Çocuklar İçin Sureler | Linkler | E-Mail ]